Işıkla Gelen Çocuk, bir zaman yolculuğu.
16.yy.da Osmanlı kadırgasına kadar uzanan bir macera.
Geçmişle bugünü buluşturan bir sır.
Can, yaz tatilinde bilim adamı dedesi Hasan Bey’le geçireceği günleri hayal ediyordu. Oysa bu süreçte sıra dışı olayların onu beklediğinden habersizdi.
Hasan Bey’in atölyesindeki yeni buluş torununu heyecan dolu bir zaman yolculuğuna çıkaracak. Can, Barbaros Hayreddin Paşa’nın kadırgasında leventlerle birlikte yaşayacağı deniz serüveninde, kendisini tanıyıp cesaretini sorgulayacak. Aynı zamanda sağlıklı yaşamın tarihsel bir anlamı olduğunu fark edecek.
Işıkla Gelen Çocuk, bilimle hayali harmanlayan, geçmişle bugünü ustalıkla buluşturan, dede ve torun ilişkisini sıcak bir romana dönüştüren unutulmaz bir bilimkurgu.
Kadırganın tayfaları güvertede sıralanmıştı. Can, onlara tek tek baktı. Çoğu kolsuz cepken giymiş, güneşte yanmış ve elleri nasır tutmuş o kahraman denizciler, şimdi bir çocuğu uğurluyorlardı. Birçoğu şaşkındı. Paşa’nın ona neden bu kadar değer verdiğini anlamaya çalışıyorlardı.
Kaptan-ı Derya yüksek sesle konuştu: “Işıkla gelen çocuğu donanmamızın bir neferi gibi uğurlayacağız.”
Tüm denizciler bir ağızdan üç defa bağırdı: “Yaşa Işıkla Gelen!”
Can’ın boğazına sanki bir şey düğümlendi. Gururla onları selamladı.
Paşa kulağına fısıldadı. “İnşallah dönüşün kolay olur… Deden seni zamanına götürür. Ancak şunu sakın unutma. Zaman çizgisi düz değildir, o bir çemberdir. Belki yeniden karşılaşabiliriz.”