Tükendi
Stok AlarmıFatih, ölümünden bir yıl önce, Bellini`nin fırçasından çıkan meşhur portrede, farklı çehreyle karşımıza çıkar. Tabloya bakan gözler sadece bir hükümdarın değil içsel bir çöküş sürecine giren, karın ağrılarıyla başlayan ve muhtemelen kolit ya da bağırsak iltihabına dönüşen hastalığın gölgesindeki bir insanı görür. Yüzü, poz vermekten öte iç dünyanın yükü ve yaklaşan sonun habercisidir. İlk bakışta bu vakur görünümün altında, gizlenmiş bir hastalık olduğu sezilir. İşte bu insanî zaaf, Fatih’i ‘efsane’ değil ‘şahsiyet’ olarak görmeyi gerektirir. Derin, sessiz ve suskunluk içinde. Bakışları, imparatorluğun yüküyle baş başa kalmış ruhun yalnızlığını heceler. Fatih’in portresi, Rönesans’ın zarif çizgileriyle, tarihin görünmeyen yalnızlığını ve anlatılamayan ama hissedilebilen iç dünyayı fısıldamaktadır. Bu resim onu tarihin ortasında değil, kendi sessizliğinde bulur. Kalemlerin yazamadığını bakışlar fısıldar, kroniklerin suskun kaldığı yerde sanat konuşur ve her şey sezgisel bir katmana açılır.
Kitabın ilgi odağını çerçeveleyen ana eksen, ölümdür. Çünkü ölüm dünyanın sırlarını çözebilen ve serinkanlı kalabilen tek ciddiyettir. Kafkaesk amentüden uğultu gibi bir yankı fısıldar kulağımıza: Ölümün olduğu bir dünyada daha ciddi ne olabilir? Hiç.