Bu eser, insanlığın en kadim sorularından birini yeniden düşünmeye davet ediyor: düşünce, iktidar ve sanat arasındaki diyalektik bağ nedir ve bu bağ neden her çağda yeniden doğar? Antikçağ’ın felsefi mirasından Orta Çağ’ın teolojik düzenlerine, Rönesans’ın insan merkezli estetik ufkundan modern eleştirel teorinin çözümlemelerine kadar geniş bir düşünce atlası üzerinde ilerleyen bu çalışma, yalnızca kavramların tarihsel serüvenini değil, aynı zamanda onların mekânda ve sanatta aldığı somut biçimleri gözler önüne seriyor. Kâbe’nin sade geometrisinde tevhidin mutlakiyetini, Ayasofya’nın kubbesinde imparatorluğun ihtişamını, Mescid-i Aksâ’da dinler arası çatışmanın sembolik yoğunluğunu, Vatikan’ın sanatla taçlandırılmış ruhaniyetinde evrensel bir otorite iddiasını ve Anıtkabir’in modern ulus-devlet tahayyülünde kolektif hafızayı kristalize eden kudreti bulacaksınız. Bu mekânlar, düşüncenin iktidara, iktidarın sanata, sanatın yeniden düşünceye dönüştüğü o bitimsiz “bengi dönüş” hareketinin en güçlü sahneleridir. Eserin özgünlüğü, felsefi soyutlamayı tarihsel somutlukla buluşturmasında, estetik formları siyasal meşruiyetin kurucu aygıtları olarak okumasında yatıyor. Böylece sanat, yalnızca güzellik ve haz alanı değil, iktidarın görünürlüğünü sağlayan ve toplumsal tahayyülleri dönüştüren kurucu bir güç olarak yeniden konumlanıyor. Bu çalışma, felsefe, sanat tarihi, siyaset bilimi ve kültürel çalışmaların kesişiminde duran okura, hem zihinsel hem de estetik bir yolculuk vaat ediyor. Her sayfada tekrar tekrar sorulacak soru şudur: İktidar nasıl görünür olur ve estetik bu görünürlüğü hangi yollarla dönüştürür?