“Ali abartmayı kendine düstur edinmiş biridir apaçık. Zira ben kendi halinde biriyim yalnızca.”
“Kendi halinde olmak az şey mi?” “Ya?”
“Kaçımız örneğin kendi halindedir, kendindedir, kendidir?” “Yanıtlaması zor bir soru. Sorması da az bir iş değil gerçi.” (..)
Bu arada konuşma iyiden iyiye Ali’yi dışarıda bırakmış ve ikili bir çizgiye kavuşmuştu. Dahil olacağı bir boşluk arıyor ancak bulamıyordu. Hem, kendisi olmamak ne demekti ki bunu tartışıyorlardı? Sonra bir an geldi, ikinci bir şansının olmayabileceğinden endişe ederek ikilinin soluklandıkları este söze katıldı:
“Canım, kendim olmayacağım da kim olacağım? İlahi Yağmur, ilahi Selim.”
Masaya bir süreliğine karşılıklı tebessüm dalgası yayıldı ve sohbet daha havadan sudan bahislere doğru evrildi; ancak Selim, dışarıya belli etmese de kendi içinde korkunç bir düşüncenin okuyla zehirlenmişti: Kişinin herhangi bir koşulda kendisi olabilmesi mümkün müydü?