Tükendi
Stok AlarmıKUSURLU TEMAS
Modern insanın hikâyesi, dokunmadan yaşamak üzerine kurulu. Yalnızca mekânı değil, sesi, rengi, dokuyu, hatta zamanın kendisini de uzaktan izliyor o. Bir evde oturuyor ama yaşamıyor, bir şehirde çalışıyor ama o şehre ait değil. Aidiyet yerine erişimi koydu, hatıra yerine veriyi, eşiği ise uygulama ekranıyla değiştirdi.
Mekân artık yalnızca fon. Bir fotoğrafın arka planı, bir reklamın dekoru, bir gönderinin etiket yeri. İnsan, yaşadığı yeri anlatmıyor; yalnızca konum bildiriyor. Çünkü mekânla kurulan bağ, artık duygusal değil, dijital. Coğrafyadan kopmuş, hafızayla bağı kesilmiş vaziyetteyiz.
“Devam edemediğimiz için başlayamıyoruz.” Belki de hepsi bu. İnsan, mekânla birlikte düşünmediği sürece, kendini de düşünemez. Çünkü insan, mekâna bıraktığı hatıra kadar var olabilir. Bugün o hatıralar bile taşınabilir dosya boyutlarına indirgenmiş durumda.
Mekânsızlık değil, mekânla irtibatsızlık bizim trajedimiz. “Biz ölenleri değil, gittikleri evi kaybederiz” denmesi de bundan belki de.
İnsan ne tam anlamıyla mekânın kurucusu ne de sadece onun misafiridir. Bu ikilikte sıkışır. Şerif Mardin`in "mahremiyetin kaybı" dediği şey de aslında bu sıkışmanın bir tezahürüdür. Modern şehirlerde herkes iç içe ama kimse birbiriyle değil. Duvarlar vardır, ama anlam yüklü eşikler yoktur. Kapılar vardır, ama neyin dışarıda, neyin içeride kaldığı belirsizdir. Evler, barınmak için inşa ediliyor ama sığınmak için değil. Oysa bir mekânı anlamlı kılan şey; içinde sadece yaşamak değil, onda iz bırakmaktır. Yaşanmışlığı olmayan her yer, insanı biraz daha kendisizleştirir.
İşte bu sayı, mekânın ruhunu yeniden hatırlamak, insana yerle birlikte bakmak için bir davet. Çünkü insanı anlatmadan şehir, şehri anlamadan insan konuşulamaz. Ve belki de asıl mesele şu: İnsan, nihayetinde bir yere değil, bir yere ait olma duygusuna muhtaçtır. Bu aidiyetin izini sürmeye çalışıyoruz.