“Boş ver dostum. Her şey olacağına varır. Geceymiş, gündüzmüş ne fark eder. Bu günün değerini iyi bilelim.” Sabahın nemli serinliği basınca arabaya biniyoruz. Gözlerimi açtığımda güneş saçlarımı okşuyor.
“Kiraz Köyüne gidip kahvaltıyı orada yapalım,” diyorum. Başını sallayıp el çırpmaya başlıyor Deniz.
“Aman Tanrım!.. Bu ne güzellik!.. Yeşil, yeşil, yeşil... Yeşilin bin bir tonu... Sanki yemyeşil bir denizin içinde yüzüyoruz.”
Kiraz bahçesinin yanında duruyorum. Ağaçlarda kirazlar gelin küpesi gibi sallanıyor. Kiraz bahçesinden beş, altı yaşlarında, saçları örgülü bir kız çocuğu geliyor yanımıza.
“Yer misiniz amca?” diye kınalı elleriyle bize kiraz uzatıyor. Bu tatlı kızın yanaklarından öpüyoruz. Para vermek istiyoruz. Kafasını sallayarak uzaklaşıyor. Hayran hayran arkasından bakıyoruz.
Öğle de oluverdi. Germencik’e gitmem lazım. Ayrılıklar hep acı verir insana. Elveda da nereden çıktı? Hiç sevmem ayrılık türkülerini. Şiir okumaya başlıyorum.
“Mendil sallama ardımdan. El et, el et!.. Sakın üzülme ardımdan. Dönerim elbet...”