2012`nin son işyeri bilgilendirme toplantısında işveren, firmanın gelecek yıllara ilişkin planlarını açıklarken, ilk defa direktörün bizzat kendi ağzından, sipariş yetersizliğinden dolayı önümüzdeki senelerde işçi ve diğer çalışanlarda azaltmaya gideceğini açıkladı. Derin bir sessizlik çöktü katılanların üstüne...
İşveren tam tamına 301 çalışanın işine son verileceğini açıkça beyan ediyordu. Bu 301 rakamı gönüllü çıkışlar, emekliye ayrılacaklar ve zorunlu olarak çıkarılacaklardan oluşacaktı. Çıkışların koşullarının işçi temsilcileriyle görüşmeler sonucu belirleneceğini belirten genel müdür, toplantının son maddesi olan soru ve açıklamalar bölümüne geçti. Şöyle biraz beklerken etrafa bir göz attım. Herkes birbirine bakarken, birçok işçi de bana bakıyordu. Usulca elimi kaldırıp konuşma hakkı için mikrofonu istedim. Mikrofon elimde öyle bir an kala kaldım. Sessizliğin hâkimiyeti, konuşmam gerektiği anlamına geliyordu. Katılımcıları selamlayarak konuşmama başladım. Belki de fabrikadaki en önemli konuşmamı yapıyordum. Çalışanlar adına işverene kafa tutacaktım. Nasıl ki işveren kendi açısından gerekçelerini açıkladıysa, ben de neden çıkışların işçilerin açısından haksız olduğunu açıklamaya koyuldum.
Daha sözümü bitirmeden bir alkış tufanı koptu. Bu alkışlar işçilerin, benim görüşlerime verdiği desteğin göstergesiydi. Artık savaş ilan edilmişti...