“Sanki sürekli ölüyor ama tekrar tekrar ölmek için diriliyorsun…” Sinan’ın iç dünyasındaki bunalımı en iyi anlatan şeydi işte bu tek cümle. Yazdıkça yaşıyor, yaşadıkça yazıyordu. O sahneye çıkınca gerçek nerde bitiyor, kurgu nerede başlıyor anlamak mümkün olmuyordu. Zamanla yazdığı karakterleri oynamıyor, onlara dönüşüyordu.
O sahnedeyken her rol bir itiraf, her alkış bir çöküş, her karakter bir yara iziydi.
Peki, siz izlediğiniz şeyin bir oyun olduğunu sanırken aslında bir çığlığa mı tanıklık ediyordunuz? Perde sadece kapanıyor muydu, yoksa bir başka acıya mı açılıyordu? Bu romanı okurken bir karakteri değil, parçalanan bir ruhun dayanılmaz ıstırabını izleyeceksiniz. Ve perde kapandığında elinizde kalacak olan sadece çözülmüş düğümler değil; bir çocuğun sessizce bastırdığı kahkahası, bir genç kızın yüreğine akıttığı gözyaşı, belki de sizin kendi içinizde susturduğunuz ses olacak.