Ruhçuluk, 19. yüzyılın ortalarında Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya çıkmış, kısa sürede Avrupa’ya yayılmış ve kimi zaman “ölülerle irtibat”, kimi zaman “reenkarnasyon” ve “atalar kültü” gibi inançlarla iç içe geçmiş bir fenomen hâline gelmiştir. Bir yandan bilimsel terminolojiyle konuşmayı denerken, diğer yandan modern toplumun manevi boşluğuna sözde mistik bir cevap sunma iddiasında bulunan ruhçuluk, teosofizm başta olmak üzere pek çok “neo-dinî” akımı da etkilemiştir.
René Guénon, Ruhçu Safsata adlı bu eserinde, sadece ruhçuluğun gözle görülür tezahürlerine değil, onun ardında yatan modern zihniyet sapmasına da dikkat çeker. Ona göre ruhçuluk, ne kadim geleneklerin mirasçısıdır ne de sahici bir metafizik nosyona sahiptir. Tam aksine, Guénon bu hareketi derinlemesine analiz ederken okültizmin, medyumluğun, reenkarnasyonculuğun ve “sözde-bilimsel deneylerin” maskesini düşürür. Bu eser, çağdaş sahte maneviyat akımlarına karşı hakikatin saf ve doktriner müdafaasını sunan nadir metinlerden biridir.