Oeroeg`un tıpkı bir damga, bir mühür gibi benliğime işlemiş olduğunu söylersem abartmış olmam; her türden iletişimin geçmişe sürgün edildiği günümüzde bu her zamankinden daha doğru. Oeroeg`un ve onunla ilişkimin benim için ifade ettiği, halen ifade etmeyi sürdürdüğü tüm o şeylerin muhasebesini yapma ihtiyacını neden hissediyorum bilmiyorum. Belki de onun kaçınılmaz ve derin ötekiliği olarak gördüğüm şeyle, çocukluk ve ilkgençlik yıllarımızda asla sorun teşkil etmemiş olmasına karşın bugün artık çok daha karmaşık gibi görünen ruhun ve kanın esrarıyla ilgili bir durum bu.
1930`Iar Endonezya`sında, iki çocuk günlerini yaşadıkları çevreyi, dereleri ve uçsuz bucaksız yemyeşil ormanı keşfederek geçirmektedir. Ancak her ikisinin de bu maceraların aralarındaki uçurumu kapatamayacağını fark etmeleri uzun sürmez.
Kaçınılmaz olarak, büyüdükçe birbirlerinden uzaklaşır ve fakat yıllar sonra tekrar karşılaşırlar. Bu, her ikisi açısından da sarsıcı bir karşılaşma olacaktır.
Hollanda`nın "Grande Dame"ı olarak anılan Hella S. Haasse`nin yalın ve bir o kadar da etkileyici bir dille iki çocuğun öyküsünü anlattığı Oeroeg, Çağdaş Gümüşoluk`un çevirisiyle...