Arkeolog bir ajan kadın, antik bir ritüel, bir ceset... Salihli-Sardes Harabelerinden Selçuk-Efes Antik Kente uzanan antik ritüeller ve bir tanrıça… Sol eli kesilmiş bir adam cesedi, Sart Harabelerinde antik bir kilisenin yıkıntıları arasında bulunur. Cesedin gözleri hâlâ açıktır - sanki ölüm, onu tam da bir şey söyleyecekken yakalamıştır. Adam oldukça popüler bir büyücüdür. Arkeolog polis Emel Ateş, bu cinayetin sıradan olmadığını hemen anlar. Cesedin üzerindeki semboller, Sümer ve Lidya mitolojilerinden izler taşımaktadır. Baş komiser Hilmi ise her zamanki gibi mantığın izini sürer… Ama mantık, bazen cehennemin kapısında susar. Bir yeraltı tanrıçası, bir aşk tanrıçası, yozlaşmış bir sistem ve arkeolog bir polis… Kadim toprakların derinliklerinden yükselen bir çığlık, Binlerce yıl önceden bugüne uzanan bir ritüel...
“Irkalla”, Sümer mitolojisinin gölgelerinde yolunu arayan karakterleriyle, kadının suskun öfkesini ve sistemin bastırdığı hakikati gün yüzüne çıkarıyor. Zenginlik, şehvet, ihanet, cinayet ve intikam... Bu kitap bir polisiye değil; bu kitap, gölgede kalan seslerin uyanışı... Kadim sırlar ortaya serildiğinde kehanetlerden kim kaçabilir? Ya antik tanrılar diye betimlenen varlıklar hâlâ aramızdaysa? Ve eğer cehennem bir yer değil de, bir kadının içindeki bastırılmış öfkeyse…
O zaman kim sağ kalabilir?