Kalemi ilk elime alıp da yazmaya başladığımda, böyle olacağını hiç düşünmemiştim. İlk oturduğumda aklımda tek bir şey vardı: Hikâyelerimi yazmak. Kırk yaşıma kadar içinden geçtiğim felekleri anlatmak.
Anlattıkça da ben hem gülüp eh bazen de ağlayacaktık. Bir yandan da Vay be, neler yaşamış, ama tek parça da çıkmış. diyecektiniz. Niyetim buydu işte evet, geçtiğim kara tünelleri anlatmak. Pek severim çünkü seni öldürmemiş kara tünel hikâyelerini.
Bu arada 80lerin Türkiyesinde çocuk, 90ların enflasyon canavarlı, düşük yoğunluklu iç savaşlı Türkiyesinde ergen olacaktım. 90ların sonunda üniversiteye gidecek ancak fazla tutunamayıp 2000lerin Yeni Türkiyesinde oradan oraya savrulacaktım. Sivas Katliamını, 11 Eylülü, Hrantı, Geziyi, 15 Temmuzu dün gibi hatırlayacaktım.
Kısacası kendimi dünyaya kanıtlamakla uğraşacak ve yapamadıkça da İstanbulun ve hatta New Yorkun gece hayatı dehlizlerinde dolanacaktım. Bunlar olacaktı işte hikâyemde ve göreceksiniz ki oldular da.
Ancak olmayacak işler de gelecek başıma. Kâinat tam da kalemi bıraktığım gün bana bir revizyon verecek. Bu sayede işte sürprizli ve bir o kadar da sihirli yeni bir son yazılacak hikâyeme. Yazmaya oturduğumda bitmiş olduğunu sandığım hikâyemin aslında devam ettiğini anlayacağım. Ve bu şekilde işte, sonunda yuvama kavuşacağım.