Nobel ödüllü yazar J. M. G. Le Clézio Fırtına’da okuru sevme biçimlerine, unutma ve hatırlamanın ağırlığına, gitme ve kalma isteğinin iç içe geçmişliğine dair bir yolculuğa çıkarıyor.
Fırtına ve Kimliksiz Kadın adlı iki novelladan oluşan bu kitapta öncelikle onlu yaşlarının başındaki June ve artık yaşlı olduğunu düşünen Bay Philip Kyo’nun karşılaşmasına şahit oluruz. Bir yandan, yaş almanın dünyayı anlama biçimimizi nasıl dönüştürdüğünü anlatan bu karşılaşma, diğer yandan, küçük bir kızın ve yaşlı bir adamın dünyaya ilişkin arzularındaki benzerlikleri gösterir. Le Clézio bu öyküde son derece güzel ve derinlikli bir üslupla okuruna şunu anlatır: Yaş aldıkça değişen iyiye ve aşka dair tahayyüllerimiz değil, insanın bunları gerçekleştirebilme kapasitesine duyduğu inançtır.
Kimliksiz Kadın’da ise annesinin biyolojik annesi olmadığını sekiz yaşında tesadüfen öğrenen bir çocuğunun büyümesine tanıklık ederiz. Le Clézio’nun burada okuru düşünmeye çağırdı şey başkalarına ilişkin olarak duyulan öfke ve hayal kırıklığının nasıl kişinin kendisine dönebileceğidir. Bu gibi duygular hem içeriden hem de dışarıdan gelir. Kelimenin tam anlamıyla kimliksiz olan Rachel tüm bunları deneyimlerken, Le Clézio okuruna aidiyetin hiç kimse için bütünüyle mümkün olamayacak bir şey olduğunu zarifçe gösterir.
Fırtına, bizi, “tüm rüyalar hüzünlüdür” diyen yaş almış bir adamla yaşamanın anlamına; “gözlerine çok fazla bakarsam bir çeşit baş dönmesi hissediyorum” diyen bir çocuğun gözüyle aşka ve “ilk kez birisinden nefret ediyordum, ilk kez bir anda büyümüştüm ve bir daha asla çocuk olmayacaktım” diyen bir yetişkinle öfkeye ve hayal kırıklığına bakmaya davet eden, eşsiz bir metin.