Asiye, psikolojik ve fiziksel şiddetin içinde kök salan bir çiçekti. Söylenmeyen sözlerin, görülmeyen yaraların, dokunulmayan sevgilerin yaşandığı bir ailede doğmuştu. Güzelliğiyle göz kamaştırırdı ama iç dünyasında yankılanan çığlıkları kimse duymazdı. Ne zaman kalbinden bir kuş uçmak istese, annesinin öldürücü bakışlarıyla kanatları kırılır, hemen yere çakılırdı. O evde Asiye hep “diğeri”ydi. Kan bağıyla bağlı olduğu insanlardan bile uzak tutulup ötekileştirilmişti, üvey evlat muamelesi görüyordu. Varlığı hep eksik, sevgisi hep ertelenmişti. O evde sevgi eksikti, suskundu, tamamlanmamış bir duygu gibi bakışlar konuşmaz, dokunuşlar ulaşılmaz olmuştu. Ve Asiye bu eksiklikle çok küçük yaşında tanıştı. Sevilmemeyi normal, gözyaşlarını gizlemeyi de büyümenin bir parçası sanarak içindeki acılarla dost oldu. Bu roman bir masal değil. Âşık olup aşkın önündeki engelleri aşmaya çalışan genç bir kızın direnişidir. Duyulmayan seslerin, görülmeyen acıların, yok sayılan hayatların yankısıdır. Asiye’nin hikâyesi, gerçek bir yaşanmışlıktan ilmek ilmek dokundu bu satırlara. Gerçek bir suskunluğun içinden gelerek genç bir kızın çığlığından doğdu. Ve o çığlık şimdi sende, belki de sayende yankı bulmayı bekliyordur.