Meçhulden kopup gelen ceylanların ayak tıpırtıları duyuluyordu. Mezopotamya, İran, Mehmene Banu’nun kasrı, Şirin’in fildişi kulesi sarsılıyordu, yıkılıyordu, yavaş yavaş tarihin rahmine gömülüyordu. Şirin’i tekrar kucakladım. Araratlardan, Cudilerden Basra Körfezi’ne tekrar tekrar yuvarladım. Kan durmak bilmiyordu, fasılasız akıyordu. Kana tapan halklar üçer beşer bencileyin hakire biat ediyorlardı. Tebaam hızla dişileşiyordu, evcilleşiyordu. Elveda sevgili çocuk
Tılsım tamamlandı
Mum söndü
Hamayıl tere battı
Fildişi kule göçtü
“Kendi efsane kataloğunun bütün ögelerini avucunun içi gibi tanıyor izlenimini uyandırıyor Hüseyin Ferhad: Bu dünyada, bize açıl susam açtığı bir kapıdan süzülüp içine girdiğimiz alaca dünyada belli ki onun aşina olmadığı, çoktandır içli dışlı olmadığı tek bir yüz, işaret, hareket kalmamış.”